Hatay Samandağ’a bağlı Koyunoğlu Dayanışma Platformu tarafından düzenlenen “Hatay’ın ve Arap Alevilerin Kültür Tarihi” konulu panel, çok amaçlı salonda 22 Mayıs 2022 tarihinde halkın yoğun ilgisi ve katılımıyla gerçekleşti. Panele, araştırmacı-yazarlar Müslüm Kabadayı ve Tevfik Usluoğlu konuşmacı olarak katıldı.
Panelin açılış konuşmasını Koyunoğlu Dayanışma Platformu adına yapan Emine Güneş Beyazgül, “Kendi tarihi ve kültürünü bilmeyen, yaşamayan toplumlar gelişemez. Bu paneli yapmamızın amacı, zengin kültürümüzü derinden kavrayıp geleceğimize yön vermektir. Üretken ve ortak yaşama kültürüne sahip olan toplumumuzun kültürünü ve tarihini bizimle paylaşacak olan araştırmacı yazarlar Müslüm kabadayı ve Tevfik Usluoğlu’na teşekkür ederiz.” dedi ve ilk sözü Müslüm Kabadayı’ya verdi.
“Hatay coğrafyasını, dolayısıyla burada yaşayanların kültürel dokusunu belirleyen üç temel unsur vardır. Birincisi, Dünya’nın en verimli ovalarından olan Amik Ovası; ikincisi, bu ovayı sulayarak Samandağ’da Akdeniz’e dökülen Asi Nehri; üçüncüsü de endemik bitkileri, zengin madenleri ve sedir ormanlarıyla mitolojilere konu olan Amanos Dağları’yla mitolojide Zeus’un boğanın sırtına binerek Avrupa’ı Girit Adası’na kaçırdığı Cacius (Cebel-i Akra, Keldağ) Dağı’dır. Bunlara, Hatay’ın yetiştirdiği şairlerden Sabahattin Yalkın’ın deyişiyle “A-ş-kdeniz”i eklemek gerekir. Deniz, dağ, ova ve nehrin beslediği bu güzel coğrafyanın insanı da birçok açıdan insanlık tarihine katkıda bulunmuştur.” diyerek konuşmasına başlayan Müslüm Kabadayı, insanın evrimsel gelişiminde coğrafyanın önemine dikkat çekti.
“Bilindiği üzere Afrika’da bulunan en eski insan fosili Etiyopya’da bulunan 2,8 milyon önceye, en eski taş alet ise Kenya’da bulunan 3,3 milyon önceye tarihlenmektedir. Bu veriler ışığında söylememiz gereken şudur: Bundan böyle ortaya çıkarılacak yeni bulgular, veriler insanın evrim haritasının ayrıntılarını, tartışmalı konuların çözümünü sağlayacaktır. Ancak, her zaman rahatlıkla ileri sürebileceğimiz saptama, modern insan türü olan Homo Sapiens Sapiens’in gelişimi, farklı zamanlarda göçler yoluyla buluşan insan türlerinin melezlenerek el-beyin-dil yeteneklerini üst noktaya sıçratmasıdır. İnsan türünün evrimiyle gelişimine dair dile getirdiğimiz bu özet bilgiden hareketle Önasya’nın uç noktasındaki bugünkü Hatay coğrafyasının kilit noktasının Samandağ olduğunu söyleyebiliriz. Yöredeki tarihi yaşam bulguları M.Ö. 100.000’lere kadar uzanır. Elde edilen buluntular; ‘Homo Çevlikens’ olarak adlandırılan insanın Samandağ’daki Barutlu Mağara’da yaşadığını, Üçağızlı Mağara’da 40 bin yıl öncesine ait et pişiren insanın araç-gereçleri kullandığını, Yayladağı'nın Sungur ve Kışlak yöresindeki taş aletlerin de bu insanlar tarafından yapılmış olabileceğini göstermektedir. Hatay topraklarının orta paleolitik, neolotik, kalkolitik dönemlerde ve tunç çağında yaygın bir yerleşim yeri olarak kullanıldığı bilinmektedir. Amik Ovası´nda; Çatalhöyük, Tel Tainat, Tel Cüdeyde ve Tel Atçana’da ilk Tunç Çağı yerleşmeleri tespit edilmiş ve mimari kalıntılara rastlanmıştır. Kalıntılar; bu yerleşmelerde beylikler biçiminde yaşandığının ipuçlarını vermektedir. İlk tunç çağından itibaren Amik Ovası’ndaki bu beylikler; sırasıyla Akadların, Yamhad Krallığı´nın, Hititlerin ve Mısırlıların egemenliğine girmiş, Hitit İmparatoru I. Şuppiluliuma döneminde tekrar Hitit egemenliğine girerek, bu durum M.Ö. 13. yüzyıla kadar devam etmiştir. M.Ö. 12. yüzyılda Balkanlar’dan gelen göçmenlerle Amik ve Suriye’deki kültür ve uygarlığın yeniden harmanlandığı anlaşılmaktadır. Amik coğrafyasındaki kültür harlanmasının 17 tabaka olarak buluntularla somutlandığı yer Tel-Atçana’dır. Yamhad Krallığı’nın başkenti olan ve Alalah da denilen Tel-Atçana’nın bir diğer özelliği, burada kil tabletlerin saklandığı bir kütüphanenin bulunmasıdır.” diyen Kabadayı, konuşmasına şöyle devam etti:
“Dünya’nın en uzun ikinci sahili olan Samandağ’ın coğrafi ve iklim özellikleriyle Amik’in verimli toprakları, her dönem çekim merkezi olmuştur. Yukarıda verdiğimiz örneklerden sonra Hitit İmparatorluğu´nun M.Ö. 1200 yıllarında parçalanmasıyla Sami-Aramiler tarafından “Hattena” adıyla bir Geç Hitit Krallığı’nın Amik’te kurulması da bunu doğrulamaktadır. Hattena Krallığı M.Ö. 9. yy’da Asurluların daha sonra da Urartuların egemenliğinde kalmıştır. M.Ö. 6. yüzyılın ortalarından itibaren Hatay yöresi, Pers İmparatorluğu’na bağlı Kilikya Satraplığı’nın içinde yer almış ve Pers İmparatorluğu’na vergi ödemiştir. M.Ö. 333’teyse Büyük İskender ile Pers İmparatoru III. Darius’un orduları bugünkü Erzin’de bulunan İssos’ta savaştılar ve Büyük İskender Pers ordusunu ağır bir yenilgiye uğratınca Myriandros’un (bugünkü İskenderun) adını değiştirerek Aleksadria adını vermiş ve bölge kısa bir süre Makedon hâkimiyetine girmiştir. Böylece Hatay kültür ve uygarlık tarihinde ilk kez Avrupalılar rol oynamaya başlamışlardır. Bugün de Antakya’nın, bir bütün olarak Hatay coğrafyasının Avrupalılar tarafından önemsenmesinin nedeni, Büyük İskender’in komutanlarından Seleucus I. Nicator’un Seleukoslar dönemini başlatarak, M.Ö. 300 yılında Seleucia Pieria(Süveydiye-Samandağ), ardından Antiacheia (Antakya) kentlerini kurmuş olmasıdır.”
Hatay’da tarih boyunca kurulan uygarlık ve devletlerle burada yaşayan halklar hakkında önemli bilgiler veren Müslüm Kabadayı, “Antakya’nın kurulduğu coğrafyanın özelliklerini betimleyen heykel, Roma çağında “Fortuna” adıyla da anılan “Antakya Tyche”sidir. M.Ö. 300’de Helenistik çağın Lysispus’un öğrencisi Eutychides tarafından bronzdan yapılmıştır. Bugün de Antakya’nın sembolüdür ama Vali Ürgen alanındaki heykel ne yazık ki tahrip edilmiştir. Dünya’da ilk defa sokak aydınlatmasının yapıldığı Herod (Kolonadlı) Caddesi, Roma döneminde Antakya’da açılmıştır. Bugün Kurtuluş Caddesi’nin 7 metre altında olduğu saptanmıştır. Antakya, Daphne ve Seleuceia Pieria kentlerinde Roma döneminde yer mozaikleri başta olmak üzere çok önemli süsleme sanatı gelişmiş, birçok mitolojik olay ve kahraman işlenmiştir. Bu dönemde bilim, sanat, ticaret ve dinsel etkinliğiyle Antakya, Roma ve İskenderiye’den sonra öne çıkan bir kent olmuştur.” dedi. Bu gelişmede,M.Ö. 195’te Egribozlu şair Euphorion’un öncülüğünde kurulan Antakya Kütüphanesi’nin ve daha sonraki yüzyıllarda etkili olan Antakya Akademisi’nin büyük payı olduğunun altını çizdi.
“Roma İmparatorların gözdesi haline gelen ve IV. yüzyılda yaşamış olan ünlü tarihçi Ammianus Marcellinus’un ‘…dünyada hiçbir kent, ne topraklarının bereketi ne de ticaretteki zenginliği bakımından bu kenti geçemezdi.’ dediği Antakya, Antik Çağ’da Doğunun Kraliçesi (Orientis Apicem Pulcrum) lakabıyla anılmıştır.” Şeklinde görüşünü dile getiren Kabadayı, “Antakya’nın kısa sürede tanınmasını sağlayan önemli özelliklerinden biri de Roma İmparatoru Augustus döneminde olimpiyatların düzenlenmesidir. Dört yılda bir düzenlenen olimpiyatlara ilginin yoğun olması nedeniyle Antakya’da sürekli yeni binalar yapılmış ve nüfus hızla artmıştır. O dönemin 3. büyük kenti haline gelmiştir. Doğunun Kraliçesi haline gelen kent, ne yazık ki sık gerçekleşen depremlerle hep yıkılıp yeniden yapılmıştır. Kayda geçen ilk deprem M.Ö 148’de gerçekleşmiştir. En büyük deprem ise M.S. 526’da meydana gelmiş ve 250 bin kişi ölmüştür. Bu depremde Daphne ve Seleuceia Pieria da yerle bir olmuştur. Daha sonraki büyük deprem ise 1872’de gündeme gelmiş ve Asi üzerindeki Roma Köprüsü ilk kez hasar almıştır.” diyerek Hatay kültür tarihini olumsuz yönde en çok etkileyen depremlere dikkat çekti. Gelecekte de bu tehlikenin gündemde olacağını, dolayısıyla doğaya uygun bir kent planının, Samandağ ve Koyunoğlu’nda da gecikmeden hayata geçirilmesi gerektiğini vurguladı.
Hatay kültür tarihinde önemli rol oynayan kadın önderlere değinen Müslüm Kabadayı, “Antakya’nın Roma İmparatorluğu’na bağlı olduğu dönemde M.S. 3. yüzyılda ilginç bir gelişme gündeme geldi. Hurriler döneminde “bilgi” ve “sevmek” anlamlarına gelen Palmira ve Tedmur adlarıyla anılan yerde Kraliçe Zenobia’nın öncülüğünde bilim, sanat ve savaşta güçlü bir devlet olan Palmira Krallığı, Hatay coğrafyasının da içinde olduğu Anadolu içlerine kadar genişledi. Bugün Avrasya’daki topluluklar arasında sevilen adlardan olan Zeynep’in onun adından geldiği bilinir. Onun bir kadın önder olarak Roma’nın sömürgeciliğine kafa tutması ve iki kez üzerine gönderilen orduları yenmesi, ancak Roma imparatorun üçüncü seferde büyük orduyla Zenobia’nın ordusunu İmma’da (bugünkü Reyhanlı) yenmesiyle bu parlak dönemin sona ermesi, Antakya açısından da kötü olmuştur. Hatay kültürü açısından ikinci önemli kadın önder, Kraliçe Zenobia’dan yaklaşık bin yıl sonra Selahaddin Eyyubi’nin yeğeni Deyfe Hatun’un öncülüğünde Halep-Antakya bölgesindeki halkların Haçlı ordusuna karşı koyuşları da çok anlamlıdır. Demek ki, bu coğrafyada yaşayan halklar, hiçbir zaman işgale ve sömürüye boyun eğmemişler, hep direnmişlerdir.” dedi.
M.S. 638’den itibaren İslamiyet’in, dolayısıyla Arapların Antakya’da etkili olduğunu, bunu Hamdanilerin, Memlukluların, Osmanlıların takip ettiğini anlatan, Suriye ve Hatay coğrafyasının Fransızlar tarafından işgaline karşı Cebeli-i Akra mıntıkasında birlikte mücadele eden öğretmen kökenli Türk Nuri Aydın Konuralp ile Arap Alevi Şeyh Salih’in dayanışmasının örnek alınması gerektiğini vurgulayan Kabadayı, “Bugün Suriye’yi işgal etmeye çalışan emperyalist ülkeler ve yerli işbirlikçilerine karşı ortak mücadele sürdüren Sünni-Alevi-Hıristiyan Araplar, Türkmenler, Dürziler vd. halkların dayanışmasının arkasında böyle bir güçlü tarih bilinci var.” dedi ve Fransız işgaline karşı direnişte öne çıkan Cemil Hayyik’le ilgili Sabahattin Yalkın’ın şiirini okuyarak konuşmasını bitirdi.
Araştırmacı yazar Dr. Tevfik Usluoğlu da, Hatay’ın kültür tarihine dair bazı hatırlatmalar yaparak konuşmasına başladı: “Antakya bir başkent. Doğunun kraliçesi. Dünya Barış Kültürünün geliştirilmesi için önemli bir model. Barışın Dili. Tarih üreten bir kent. Uygarlık merkezi. Antakya, Yunanlı Stroban’a göre, Tetrapolis ( dört şehir). Zeus’un, Afrodit’in, Artemis’in, Hakete’nin, Apollo’nun ayak izleri dar sokaklarında Antakya’nın. El Maklub- Asi- Orontes’in suyunu içmiş bu kent. Ondandır Asi ve aksi oluşumuz. Bundandır haksızlığa karşı işaret parmağımızı havaya kaldırıp itirazlarımızı sıralamamız.
Kentin tarihi, süreklilik ve durağanlık arasındadır. kent romalılardan bu yana ayrıcalıklı yanını sürdürür. Kent büyük kültür merkezi olma özelliğini sürdürürken, ünlü Roma hatibi, Çiçerondan, İskender’e, Kral Selevkos’a, Libanus’tan, sabrın ve inzivanın sahibi Simon’dan, Davut El Antaki, Yusuf El Hakim, Arapların en büyük şairi Ebul Ala El Maari’ye ( Dantenin çalıp - üzerinde bir kaç değişiklik yaparak yayınladığı “ İlahi Komedya’nın” yazarıdır.) Zeki El Arsuzi, Muhammed Ali El Zerka, İbrahim Zeyfa, Vahip El Ğanim, Suphi Zahhur, George Cabbur, Hasan Zarka, Faiz İsmail, Ethem İsmail, Fevzi Bayaslı, Hanna Meyna, Suphi Verd, Nahli Verd, İskender Luka, Sıtkı İsmail, Zeki Kasım, Süleyman El İsa, Edip Edip, Kigard Matustan, Cemil Meriç, Süleyman Okay, Ali Yüce, Yahya Kanbolat, Gasip İnal, Sabahattin Yalkın, Burhan Günel, Ayla Kutlu ve nicelerin memleketi..!
Peygamber Muhammed’in insanlığa getirdiği mesaj ile Aristoteles’in, Sokrates’in, Platon’un, Peygamber Musa ve Peygamber İsa’nın mesajlarının tarihsel dönem içinde eşitçe kavrayarak insan birikimini, aklı sürekliliğe ve bütünselliğe bağlı ele alarak, aklın gerçeğe götüren tek yol ve süzgeç olduğu belirlemesiyle yoğrulmuş bu kent.”
"Bu birikimin içinde yoğrulmuş olan ve asıl üzerinde duracağım Arap Alevilere gelince” diyerek konuşmasını maddeler halinde dile getiren Tevfik Usluoğlu şunları dile getirdi:
“1) Alevilik, 7 kubbe anlayışı ile tüm peygamberlerin mirasını taşıyan, İlahi olarak Tevhid anlayışına dayalı bir din ve toplumsal sisteme dayanan, Hay’dan gelip Hu’ya giden ve Muhammedi kubbede Alevi ismini alan bir “akide’ye” sahip inanç sistemidir. İnsani anlamda ise “ toplumsal evrim ve sembolik etkileşim” teorileri ile açıklanabikecek bir sisteme sahiptir. 7 kubbe anlayışı ile insanın var oluşundan bugüne insanlığın temel uygarlıklarını ve temel inanç algısını merkezine alarak: Hz. Habil’in rahmetini, Hz. Şis’in ilim gücünü, Hz. Yusuf’un cemalini ve celalini, Hz. Yuşa’nın kudretini, Hz. Asaf’ın mucizelerini, Hz. Şamun’un hayat esasını ve tüm bu vasıfları taşıyan Hz. Ali’nin veli, vasi, mevla, hakiki önder, halife, Haydar el Kerrar ve Emir el Mü’mininnesası üzerinden şekillenir. Bu esas, Ğadir Hum ve Veda Hutbesinin yani Muhammedi İslamın esasıdır. Dolayıdıyla, Hz. Muhammed’in: “ Ben kimin mevlası isem Ali’de onun mevlasıdır. Ali’ye kim düşmanlık ederse düşmanım, kim ona dostluk ederse dostum, kim onu inkar ederse beni de inkar etmiştir.”
2) Din insan için nüzul olmuştur, insan din için yaratılmamıştır.
3)İslamın temel ilkesi " İkra/ İkrar et- oku", eğitim, bilim ve aklı işaret eder ( nefis teskiyesi).
4) Kad efle7e men zekkehe ve Kad 5ada men desseha ( şems suresi 9. Ve 10. ayetler/
قد افلح من زَكَّاهَا - وقد خَاب من دساها Kur'anın 114 suresinin özetidir...!( Öz eleştiri yapıp nefsini kötülüklerden koru/ bunu yaparsan hidayete erersin.)Öz eleştiri yapmayan kaybeder.
5) Din ahlaktır( eline, beline, diline hakim ol).
6) İman, dinin ritüellerinden daha üstündür. Alevilik, 7 dorukta anlam bulan uygarlık sürecini, aklın gelişiminin tecellisi olarak ele alır. Buda toplumsal evrime ve gelişime endekslidir. Bundan dolayı farklı zaman ve mekanda gelen tüm dinleri ve peygamberleri kendi inanç tarihleri temelinde kabul eder.
7) Evrensel var oluşun öz ve biçim algısı kapsamında "ed- din fere7". (Ben sizi yaşam için yarattım, ancak sizler şehvetinizle ölümü seçiyorsunuz: söylemi ile insan merkezli esası kabul eder- Enfal:24- Nisa:27- Meryem: 59, bu söyleme delil olarak gösterilebilir.)
8) Destur anlayışı ile, aklın kabul etmediği, Akıl süzgecinden geçmeyen hiç bir şeyi kabul etmez ( Bunun için "Akıl ve Mağrife'yi- bilgi/ bilgelik, mizan olarak ortaya koyar).
9) “İslamda öldürmek, enbüyük günahtır" ilkesini temel alır ( Muhammed Süresi 4. Ayet)
10) İslamda Cihad: a) Nefisle Cihad b) İlimle/ imanla Cihad c) Malla ( zekat- sadaka- fitre- hayır işleri) ile Cihad esasını temel alır( Kur'an da savunma savaşı vardır, işgal yoktur. Hz. Muhammed'in katıldığı hiç bir savaş, saldırı savaşı değildir).
11) İmamiyye : size iki emanet bırakıyorum. Allah'ın kitabı ve Ehl-i Beytim. Onlara tutunduğunuzda ben den sonra asla yoldan çıkmazsınız ( Hz. Muhammed).
Kuşkusuz Allah yalnızca siz Ehl-i Beyt'ten her türlü kiri ( kötü fiili) gidermeyi ve sizi tahir kılmayı irade ediyor( Ahzab Süresi: 33 ayet) Hidayet yolunun vaizleri, günahtan, hatadan uzaktırlar, münezzeh arıdırlar. Kitap Allahtan gönderildi. Hidayet yolunun uyarıcıları'da Allah tarafından belirlenmiştir. İlahi ilme sahiptirler ( Bakara:38. Ayet)
12) Teberra: Hak ehline- Ehl-i Beyt'e küfredenler, düşmanlık edenler, Allah'ın ve Peygamberin sözlerini tahrif edenler ve kendi çıkarları için değiştirenlerden beri olmak...! " sözlerin yerini değiştirip tahrif edenler, onları lanetledik ( Maide: 13. Ayet). Nefsi arzularıyla hareket edenler sapkındır ( Kasas Süresi: 50. Ayet)
13) Zahir- Batın meselesi: Kuşkusuz bu, Kerim olan Kur'an dır. Bir Kitapta saklıdır (Saklı - gizli- bir kitaptır). Ona ancak pak olanlar ( tahir olanlar- iştihad edebilir) dokuna bilir.(El Vakia: 77-78-79)
14) Ben ne cehennem korkusundan ne de cennet arzusundan sana ibadet etmiyorum. Yalnızca, ibadete layık olduğundan, Hub ( sevgi) den dolayı ibadet ediyorum ( Nech-ul Belağa)
15) Kur'anda Cennet ayetleri, eşitlikçi, adil, sınıfsız, sönürüsüz bir dünyayı anlatır.
16) Alevi ismi tıpkı, Musa/ Musevi/ Musaya bağlı olan. İsa/ İsevi/ İsaya bağlı olan. Ali/ Alevi / Aliye bağlı olan/ Şiat’ü Ali / Ali taraftarı- yandaşı. El- Aleviyye/ Ali taraftarı demektir.
17) Türk Tarih Kurumunun 1930 larda ortaya attığı ve Alevileri Şaman ve Horosan kökenli gösterme iddiası ile Türkleştirme çabası tarihsel ve kimliksel boyutu ile hiç bir geçerliliği yoktur. “Hor” Güneş- “asan” Güneşin doğuş yönünü ifade eder ve kelime farsçadır. Bu mesele Erzurum’un çakma Horosan’ı, Türkmenistan ve Ahmet Yesevi ile ifade edilen Horasan ile de bir ilişkisi yoktur. Bağdat civarındaki Irak Horosan’ı ve İran Horosan’ı ile Meşhed ile ilişkilendirilebilir ancak işin özünde Alevi öğretinin meşrebi ve mektebi “ıraki” dir. Aleviler, Medine merkezli risalenin yanı sıra iki merkezden yayılmıştır: a) Bağdat hattı b) Halep hattı
18) Aleviler her ne kadar kimi kaynaklarda farklı isimlerle tanımlansalar da Divanda Alevi önderlerini yad etmek saygı göstermek adına Nusayriyem, Şuaybiyyem, Numeyriyyem, Cunbulaniyem, Hasibiyyem, Cilliyem, Cisriyyem deseler de, akidevi olarak isimleri Alevidir ve başka ismi kabul etmezler. Bunun özeti de Alevi membaası/ kaynağı yani ismi ile bu toplum kendini adlandırır.
19) Güney sahillerinde yaşan Aleviler, kimliksel, dilsel ve kültürel olarak Araptırlar. Irk tanımlaması ise bilimsel değildir.
20) Arap Aleviler, Gassani, Tenuhi, Hazreci, Kindi, Tai, Tağlebi gibi kabilelere dayanırlar. Bu konuda George Zidan. Muhemned Galip Et Tavil, Mahmud es Salih, El Yakubi gibi tarihçi ve yazarların çalışmalarında bu bilgiler geçmektedir.
21) Alevilerin yaşadığı göçler; a) Hz. İsa ve Hz. Muhammed arası dönem b) Hz. Muhammed sonrası 636 yılında c) İslam Fetihleri döneminde d) 5/11. yy Arap olmayan Müslümanların zulümlerinden dolayı e) 13.yy başlarında Emir Hasan b. Mekzun es Sincari dönemi f) 1305 Kisravan dağlarındaki Şiileri yok etmek için Memlüklerin saldırıları sırasında, g) Osmanlı Padişahı Yavuz Selim 1516/1517 dönemi h) 1860 sonrası Osmanlı zulmü ve yoksulluk nedeniyle ı) 1980 sonrası işçi göçü nedeniyle
22) Alevi Dini önderler: a) Hz. Muhammed, Hz. Ali- Ehl-Beyt- Salman Farisi, 12 İmam b) Ebuzer Gaffari , Mikdad Bin Esved, Abdullah Ensari, Osman Bin Mazun, Kamber bin Keden Muhammed bin Nusayr bin Numeyr( 11. ve 12. İmamın Babı- El Nusayra köyü- Irak) Muhammed ibn Cundeb Seyid Ebu Şuayb, Ebu Muhammed Abdullah Cunbulani(Kufe ile Vasıt arasındaki Cunbula kasabası) Hüseyin Bin Hamdan El Hasibi ( Kufe ve Halep) Şeyh Muhammed El Cisri (Bağdat- Palmira/ Hums) Şeyh Muhammed Ali El Cilli (Halep ve Sahil) El Mekzun Sincari (Sincar ve Şam) Ebu Said el Meymun bin Kasım Et Tebarani (Lazkiye-Bisnada) Seyfüdevle (Diyarbakır-Silvan-Sultan Mezarlığında)
c) Kimi önemli Şeyhler: Şeyh Ahmed Kırfas (Banyas- Kırfas), Şeyh Hatim Tubani(Lazkiye), Şeyh Muhammed El Baydar(Tarsus), Şeyh Muhammed Cebli (Kuzey Adana), Şeyh Hasan Davud (Antakya- Defne-Harbiye), Şeyh Mahmud Reyhani ( İskenderun) Şeyh Salih El Ali (Tartus) , Şeyh Süleyman El Ahmed (Lazkiye) , Şeyh Ali Dersuni (Antakya- Dursunlu), Şeyh Muhammed el Arabi (Defne-Aknehir) , Şeyh Hasan Et Telli (Defne- Yeniçağ), Şeyh Yusif Ebu Turhan (Antakya-Ekinci), Şeyh Hasan Ecrud (Defne- Harbiye), Şeyh Yusuf El Hakim (Defne-Harbiye), Şeyh İbrahim Esir (Mersin Kazanlı), Mikdad El Yemin/Mikdad ( Mersin), Şeyh Hasan Bağdadi (Kozan), Melik Cafer Tayyar (Adana-Seyhan), Dur Hasan Dede ( Adana-Ceyhan), Çoban Dede (Kuzey Adana) ve birçok isimden daha söz edilebilir.
23) Alevi bilim insanları ve Edebiyatçılar: Caber İbn-i Hayyam El Kufi (Modern Kimyanın Mimarı) , Ebu Esved Ed Duveli (Arapçayı ilk harflendiren), İbn-i Nazzam (Toplumsal evrim, Psikoloji, Sosyolojinin alt yapısını oluşturan), İsmail el Himyari (Sürü Psikolojisi), Ebu Bakır el Razi (Ninova Tabletleri- Eczacılık), İbn-i Nefis (Küçük-Büyük Kan Dolaşımı), Meryem el İcli (Usturlab-Teleskopun atası), Yusuf el Hakim (tabip), Farabi (filozof), Ebul Firas el Hamadani (şair), Bedevi Cebel (Şair), Jumana Ahmed (Tabip), Makbule Dıblan ( tabip), vs.
24) Alevilerin öldürülmeleri helaldir diyen fetvacılardan bazıları: İbn-i Teymiye, İdrisi Bitlis, İbn-i Kemal, Adnan Arur, Yusuf el Karadavi, El Uceylani, Ebul Hasan el Eşari, Şehristani, Ebu Suud
25) Arap Alevilerin yaşadığı yerler: Hatay(Antakya-Samandağ,İskenderun, Arsuz, Altınözü, Yayladağı-Turfanda-, Reyhanlı-Cumhuriyet, Kırıkhan-iki mahalle-) Adana, Karataş. Seyhan, Yüreğir, Yumurtalık, Alihocalı, Dörtağaç, Hadarlı, Havuzlu, Karayısuflu, Kayışlı, İsmailiye, Mürseloğlu, Salmanbeyli, Yalmanlı, Dikköy, Bahçe, Yeşilköy, Kırmızıdam, Akkapı, Cemilik, Şeyh Ganim vs. Tarsus, Deliminnet, Eshabı-ı Kehf, Mantaş, Araplar, Hasanağa, Aliefendi, Mersin, Limonlu, Cumhuriyet, Kazanlı, Yakaköy, Karacailyas, Karaduvar, Adanalıoğlu, vs. Türkiye’nin büyükşehirlerinin tamamında…
Suriye (Lazkiye, Tartus, Hama, Humus, Şam, Halep), Lübnan (Akkar, Trablus, Beyrut), Filistin (Nablus),
Ürdün (Al- Karak bölgesi), Mısır (Port Said), Irak (Ana, Sincar, Bağdat), Avustralya (Sidney, Melborne)
Venüzüella (Karakas, Margarita), Brezilya (Rio, Sao Paulo), Arjantin (Buenos Aires, Tekuman, Anhalita), Şili (Santiago), Peru, Kolombiya, Meksika, Kuba, Kanada, ABD (Pansilvanya, Washinton, Newyork), Avrupa(Avusturya, Almanya, Fransa, Belçika, İspanya, Hollanda), İngiltere, Romanya, Rusya,Hindistan ve Pakistan’da oldukları iddia edilir. İran, Suudi Arabistan, Moritanya, Tunus, Fas
Aleviler ne yapmalı, Aleviliği nasıl yapmalı?
1) Kimlik bilinci, Ahlaki duruş, Tarih bilinci
2) Yeni örgütlenme modeli
3) Dil politikası ve anadil meselesi
4) Aydın networku
5) Alevi Meclisi
6) Asimilasyona karşı kültürel ve sanatsal faaliyetler
7) Kimliğin mağduriyet üzerinden tarif edilmesinin terk edilmesi, özgüvenin artırılması
8) Diyalog
9) Her alanda yasal tanınma, Zihniyet dönüşümü, Siyasetin ve hukukun demokratikleştirilmesi
10) Kent yaşamına uygun modelin geliştirilmesi
11) Alevilerin kanaat önderleriyle bütünleşmesi
12) Kadın örgütlenmesinin ve aydınlanmasının gerçekleştirilmesi
13) Hüseyni Ruh, Zeynep duruşu, Ebuzer Tavrı
14) Ğadir Hum’un onuru ve Kerbela’nın ruhu
15) Demokratik özgürlükçü Alevilik ilkesi önde olmalı
16) Kimlik statüsü güvence altına alınmalı
17) Çok kültürlü ortak vatandaşlık statüsü geliştirilmeli
18) Yetkisiz kişi ve kurumların verdiği zararlar
19) Liderlik egosu, popülerlik peşinde koşanların ve siyaset adına devşirmeci zihniyetle hareket edenlerin etkisi
20) Alevilerin sorunlarının tespiti için komisyon oluşturulması
21) Ocak, Tekke, Vakıfların mallarının iadesi için çalışma yürütülmesi
22) Şeyhlik, Dedelik kurumunun korunması
23) insani kültürel kimliksel Aleviliğin öne çıkarılması
24) Diaspora ile iletişim ve ortak tavır geliştirilmesi
25) Ğadir Hum, Nevruzi Bayramlar gibi bayramların sembolik olarak öne çıkarılması
26) Kimliğe saygı temelinde dostluk sempozyumları düzenlenmesi, böylece Alevilerin tümünü kapsayan hem demokratik örgütleri de harekete geçiren özgün kimlikler etrafındaki demokratik örgütlerin etkinliğinin öne çıkarılması ile, Türkiye’nin siyasal dengelerindeki demokratik güç zaafının azaltılarak hem bu potansiyel içindeki demokratik tercihlerin daha bilinçli gelişiminin sağlanması.
Araştırmacı-Yazar Tevfik Usluoğlu, “Sonuçta yüreği soldan atan biri olarak, küresel çapta, demokratik, özgür, eşit, adil, ekolojik bir uygarlığın heyulası ile sizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum.” diyerek konuşmasını bitirdi. Panel, soruların cevaplanması ve ardından kemanda Ahmet Gültekin, gitarda Hüseyin Kayıkçı’nın katkılarıyla müzik dinletisiyle bitirildi.
(Araştırmacı-Yazar Tevfik Usluoğlu)