ADİP Editörü Umur Yedikardeş edebiyat eleştirmeni, gazeteci, editör ve eğitmen Sevan Değirmenciyan ile geçmişten Korona günlerine Ermenilerin Paskalya bayramını konuştu.
“İstanbul’da Kurtuluş’ta Paskalya’yı hissedersiniz”
Ermeniler her yıl Nisan ayının ikinci pazarında, Paskalya Bayramı olarak da bilinen Surp Zadik’te İsa’nın Yeniden Dirilişi’ni kutluyor. Bu yıl Ermeniler çok özel bir Paskalya yaşayacaklar.
Tecrit günlerinde İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin ihtiyaç sahipleri için hazırladığı erzak desteğinden 500 koli de Paskalya öncesi İstanbullu Ermenilere ulaştırıldı. Gönüllülerin desteğiyle semt bazında oluşturulan adres listeleri belediyenin ilgili birimine iletildi, ekipler de 65 yaş üstü başta olmak üzere temel ihtiyaç malzemelerine gereksinim duyanlara bu kolileri teslim etti. İstanbul çapında Ermeni vakıflarının Patrikhane koordinasyonunda yürüttüğü yardım çalışmalarında da evlerinden çıkamayan ihtiyaç sahibi ailelere erzak desteğiyle birlikte Paskalya çöreği ve yumurtaları ulaştırıldı.
Biz de ADİP olarak, Paskaya’nın Ermeniler için önemini, anlamını, geleneklerini ve İstanbul ile Anadoluya özgü kutlanma biçimini İstanbul Kurtuluş’ta yaşayan edebiyat eleştirmeni, eğitmen ve gazeteci Sevan Değirmenciyan ile konuştuk.
Paskalya ile Ermeni kilisesi takvimi sıfırdan başlar
Sevan Değirmenciyan ile konuşmamıza Paskalya ve Zadik kelimelerinin kökeninden başlıyoruz. Değirmenciyan, Batı Hristiyanları için Noel ne kadar önemliyse, Doğu Hristiyanları yani Ermeniler ve Rumlar için de Paskalya’nın o denli önemli olduğunu belirterek konuşmaya başlıyor: “Ermeniler, Paskalya yerine Zadik kelimesini kullanır. Paskalya kelimesinin kökeni Rumca ve İbranice. Bu dönem İbranilerin, Mısır’dan ayrılmalarını kutladıkları bir dönem. Hz. İsa da ölümünden hemen önce bu vesileyle öğrencileriyle yemek yemiş ve çarmıha gerildikten üç gün sonra dirilmişti. Bu dirilişin kutlandığı gün, yani pazar günü bizim Zadik dediğimiz, Paskalya’dır. Zadik, bazı araştırmacılara göre Ermenice ‘Zadel’ (ayırmak) kelimesinden geliyor. Kıştan bahara geçiş ya da yeni bir dönemin başlangıcı bir ayrılıktır. Paskalya aynı zamanda Ermeni kilisesi takviminin sıfırdan başladığı da bir dönem.”
Değirmenciyan, Paskalya’nın elli günlük bir perhiz döneminin ardından başladığını söylediğinde, inançlar arasındaki benzerlikler aklımıza geliyor. Paskalya’ya geçmeden önce Büyük Oruç dönemini ve Paskalya’nın bir gün öncesini Ermenilerin nasıl geçirdiğini şöyle anlatıyor:
“Paskalya kırk günlük sırf bitkisel besinlerin tüketildiği çok katı bir oruç dönemi sonrasında kutlanıyor. Bu oruç dönemi tefekkürle geçer; düğün, dernek olmaz, bazı evlerde bu dönemde televizyon bile açılmaz. Paskalya’nın bir gün öncesi, ‘Cırakaluytz’ dediğimiz günde, insanlar kiliseye gidip mumlarla, büyük kandillerle İsa’nın diriliş mucizesini evlerine taşırlar. Aynı zamanda İsa’nın Dirilişini müjdeleyerek balık yerler. Artık oruç dönemi bitmiştir ve ertesi gün Kutsal Sunak duasından sonra Kominyon (okunmuş hamur parçası) alırlar. Daha sonra da yemek içme faslı başlar.”
Değirmenciyan’a balığın Hristiyanlar için önemini sorduğumuzdaysa, balığın kutsallığını şöyle ifade ediyor:
“Balık Hristiyanlar için makbul ve kutsal. Hz.İsa Kutsal Kitap’ta balıkları çoğaltıyor, öğrencilerinden yani havarilerinden bazıları balıkçı. Hristiyanlığın yasak olduğu dönemlerde Hristiyanlığın işareti aynı zamanda balıktı. Öte yandan ‘Balık’ kelimesinin Rumca kökeni ‘İkhdus’, bu kökenden de İsa Mesih’in tüm dünyanın kurtarıcısı anlamı çıkıyor. Sadece İstanbul gibi denize nazır yerlerde değil, Ermenistan’da da insanlar balık yerler.”
Çocuklar yumurta oyunu oynarlar
Sevan Değirmenciyan, daha sonra Paskalya’dan bahsederek, Ermenilerin Paskalya’da neler yaptıklarını, hangi geleneklerle bayramı yaşadıklarını ve bayramın simgelerinden yumurtanın anlamını da şu sözlerle bizlere aktarıyor:
“Paskalya’da yumurta önemlidir. Kırmızıya boyanır. Hz. İsa’nın kanıyla kurtarılmış bir dünyayı ve yeni bir hayatı temsil eder. Çocuklar yumurtayla kiminki daha önce kırılacak şeklinde oyunlar oynar. Pazar sabahı kiliseye gidilir. Vaftiz babalara, aile büyüklerine, eş dosta ziyaret yapılır. Eve geldiğinizde bir daha yemek yiyecek haliniz kalmaz.”
Yemekler her inanç için önemlidir. Bu noktada Değirmenciyan’a yemek sofralarını sorduğumuzda, Paskalya’nın bir gün değil kırk gün olduğunu vurguluyor:
“Paskalya, Hampartsum bayramına kadar yani kırk gün boyunca sürer. Bu dönemde perhiz yani oruç yoktur. Ermeni kilisesinde birçok oruç vardır. Örneğin her çarşamba ve cuma aslında oruçtur. Ama Paskalya’dan Hampartsum bayramına kadar oruç yoktur. İnsanlar, belli bir görgü çerçevesinde yerler, içerler ve gezerler. Sofralarda genellikle midye dolma, tas kebabı , oruç döneminde yenmeyen yiyecekler ve tatlılar olur.”
İstanbul’da yüzyıllardır diğer Doğu Hristiyanları Rumlarla iç içe yaşayan Ermeniler, Rumlardan da etkilenmiş. Paskalya çöreğinin bu etkilenmenin göstergelerinden biri olduğunu Değirmenciyan şöyle anlatıyor:
“Biz Ermeniler Paskalya’yı İstanbul’da kutluyoruz. Rumlarla iç içe geçmişiz. Her ne kadar Osmanlı döneminde Rumlar ve Ermeniler birbirinden ayrı yaşasalar da, bazı gelenek ve görenekler, ana dilleri karşılıklı olarak etkilenmiş. Kabul etmek gerekir ki; İstanbul bir Rum şehridir ve Rum gelenekleriyle şekillenmiştir. Çörek de Rumlardan aldığımız bir gelenek.”
Paskalya çöreğine deyince, uzun yıllar Erivan’da yaşamını devam ettiren Değirmenciyan, Erivan ile İstanbul’da Paskalya yaşamanının farkını da şu cümlelerle özetliyor:
“Ben on iki yıllık öğrencilik hayatımda Erivan’da yaşadım. Paskalya dönemi geldiğinde; İstanbul’da azınlık toplumunun yoğun yaşadığı Kurtuluş gibi bölgelerde hem çörek kokularının kokusuyla hem de hem insanların alışverişe çıkmasıyla Paskalya’yı hissedersiniz. Bu Erivan’da yoktu. Sovyet rejiminin etkisi de vardı ama diğer yandan da böyle gelenekler orada bulunmuyor. Örneğin Erivan’da kuru üzümlü pilav yeniliyor.”
Osmanlı’da Paskalya kamusal alanda kutlanıyordu
Değirmenciyan ile biraz geçmişe giderek, Osmanlı döneminde Ermenilerin Paskalya kutlamasının bugünlere göre bir farkı olup olmadığını kendisine soruyor ve şu cevabı alıyoruz:
“Eskiden, Osmanlı dönemlerinde Ermeniler böyle bayramları kamusal alanlarda eğlenceler tertipleyerek kutluyorlardı. Ermeniler Cuma akşamı İsa’nın mezarını şatafatlı bir şekilde hazırlar. Tabut kilisenin çevresinde ve bazen sokaklarda gezdirilir, inananlar bu tabutun altından geçer. Bunları yapmak ritüelleri kamusal alana taşımaktır. Böyle bir fark var diyebilirim.”
Peki, çocuklar? Her bayram, herkesten önce çocuklar için neşe ve eğlence kaynağı. Kimileri geçmişe bakarak “Nerede o eski bayramlar?” diye sorsa da, aslında çocukluklarına dair bir özlem içerisindeler. Değirmenciyan ile konuşmamıza Paskalya ve çocuklar arasındaki ilişki ve bir anısıyla son veriyoruz:
“Perşembe günü, Hz. İsa son yemeği sırasında tevazu örneği vermek adına 12 öğrencisinin, havarinin ayaklarını yıkar. İstanbul’da kiliselerde de papazlar çocukların ayağını yıkarlar, anneler ve babalarda çocuklarının ayakları yıkansın diye kiliseye götürür. Cumartesi akşamı da ayinden önce Kutsal Kitap’tan metinler çocuklar tarafından okunur. Buna ‘Intertzvatz’ denir. Öncesinde çocuklar baş muganni ile bu okumalara hazırlanırlar. Bu metinlerden en önemlilerinden biri Daniel kitabının bir parçasıdır. Bunu okumak büyük bir prestijdir. Okuduktan sonra kilise görevlileri çocuklara hediyeler verir. Ben çocukken bunu okuyamamıştım ve içimde ukde kalmıştı. Yıllar sonra, 1996 senesinde Ermenistan’da Ermeni kilisesinin merkezinde I. Karekin yeni patrik seçilmişti. İlk ayinini Paskalya’dan bir gün önce sunacaktı. ‘Bunu okuyacak birileri lazım, bilir misiniz?’ diye sorduklarında, ‘Ben biliyorum İstanbul’dan. Hiç okumadım’ dedim. Yıllar sonra bu ukdem gerçek oldu, Katolikos’un önünde bu metinleri okuma şerefine eriştim. Benim için büyük mutluluktu.”
10.04.2020