Hıdırellez... Anadolu'da yüzyıllardır, baharı müjdeleyen gün olarak bilinir. Hızır ve İlyas peygamberlerin bugün buluştuğuna inanılır. Dileği olanlar, her yıl hevesle bu günü bekler. Kimi gül dallarının altına gömer dileğini, kimi akan sulara atar… Ancak niyet hep sonsuz iyilik, güzellik, sağlık, bolluk ve bereket üzerinedir… Biz de Anadolu Din ve İnançları Platformu olarak Hıdırellez’i Dicle Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dinler Tarihi öğretim üyelerinden Prof. Dr. Canan Seyfeli ile konuştuk.
Hocam, öncelikle kendinizi tanıtır mısınız?
Dicle Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde Dinler Tarihi Profesörü olarak hizmet veriyorum. Uzmanlık alanım temelde Ermeni Kilisesi ve Kültürü üzerinedir. Osmanlı gayrimüslimleri ikinci alanımdır. Ancak Geleneksel Yoruba Kabile Dini yanında Hızır ve İlyas geleneği gibi farklı konularda da çalışmalarım vardır.
Hıdırellez inancını, karada darda kalanların yardımcısı olduğu düşünülen Hızır ile denizlerin hâkimi olduğuna inanılan İlyas'ın yeryüzünde buluştukları gün olarak biliyor ve kutluyoruz. Buradan yola çıkarak Hıdırellez hakkında bize biraz bilgi verir misiniz? Hıdırellez Bayramı nedir ve bu inanışın kaynağı nereden geliyor?
Hıdırellez, isminde olduğu gibi, birbirini tamamlayan iki şeyin, su ile toprağın, deniz ile karanın birleştiği yer ve zamanı ifade etmektedir. Hıdırellez aynı zamanda bir geçiştir, olumlu bir geçiştir ve bahardan yaza veya gelenekteki ifadesiyle kış döneminden yaz dönemine geçiştir. Hıdırellez, Hızır ile İlyas’ın birleştiği gün anlamıyla yeryüzünün, toprak ile suyun varlıklarda birleşerek bereket ve canlılık anlamında bütünlük kazandığı gündür. Dolayısıyla Hıdırellez, Hızır’ın karada bereket ve canlılık ile paralel konularda yardımda bulunduğunu hatırlatan ve insana ümitvar olmayı salık veren bir bahardan yaza geçiş kutlamasıdır.
Hıdırellez ve Hızır inancı tüm Türkler, Türk toplulukları ve halkları için özel bir anlam ihtiva etmektedir. Hıdırellez kutlamalarının eski Türklerdeki Mayıs ayı kutlamaları ile Kur’an ve Hadislerdeki Hızır ve İlyas figürlerinin birleştiği yeni bir yorumun gelenek üzerinden şekillenmesi olduğu kanaatindeyim. Hıdırellez ve Hızır ile ilgili inançlar ve uygulamaların bir kısmı İslam’ın asıl kaynaklarında geçmese de İslam’a aykırı şeyler değildir. Bu nedenle geleneği oluşmuştur ve yaşayarak desteklenmeye devam edilen inanç ve uygulamalar olmuştur.
Hıdrellez Bayramı Türk toplulukları arasında 5 Mayıs'ı 6 Mayıs'a bağlayan gece kutlanıyor. Ayrıca bugünü Hıristiyanlar da baharın ve doğanın uyanmasının ilk günü olarak kabul ediyor. Yani Rum Ortodokslar ‘Aya Yorgi’, Katolikler ise ‘Aziz George’ günü olarak kutluyor. Sizce bu noktada inançlar arasında benzerlikler var mı? Varsa neler?
Elbette, var. Dinin temel inançları noktasında ortaklıklar bulmak kolaydır, ama halk inançlarındaki benzerlikler daha ilginç ve inanılmazdır. İlginç bulma nedenim, bir kültürün başka bir kültürden etkilenmesi biçimindeki yaygın yorumlarda değildir asla, benim ilginç ve ihtişamlı bulduğum birbirleriyle karşılaşması ve/veya değişim doğuracak bir etkileşme süreci yaşaması imkânsız kültürlerin bazı noktalarda aynı veya benzer inanç ve uygulamalar üretmesidir. Bana göre dünyada her şey farklıdır ve farklılıklar üzerine bina edilmiştir. Bu sebeple aynı veya benzer şeyler daha fazla dikkat çeker ve ilginç bulunur. Dolayısıyla aynı veya benzer inançların komşu kültürlerde bulunmasının mutlaka etkileşimle açıklanması gerekmez. Bence saygı kişinin karşısındakini olduğu gibi, yani kendi kimliği, özelliği ve saflığı içerisinde kabul etmekle mümkündür. Bazı araştırmalar Hıdırellez’i Hıristiyan uygulamalarından etkilenme veya onları etkileme biçiminde yorumlamışlardır. Oysa Hıristiyanlar tarafından kutlanan Aya Yorgi veya Ermeniler arasında Surp Sarkis kutlamaları Paskalya’dan, hatta Büyük Perhiz’den dahi öncedir. Yani bahar başlamadan kış döneminde icra edilen bir kutlamadır. Ortaya çıkışı ve Kutsal Kitap’la ilişkisi gibi hususlar değerlendirildiğinde uygulama noktasında iki kültür arasında belki kısmen bir etkileşim olduğu düşünülebilir. Ancak kendilerine has olduklarını düşünmek iki kültüre karşı da daha saygıdeğer davranış olur. Hıdırellez’de olduğu gibi, örneğin Diyarbakır Ermenilerinin Surp Sarkis Gününde oruç tutmaları, dilek testisine özel eşyaları atıp sabah çekince maniler okumaları gibi benzer uygulamaları icra etmeleri ilginç ve ihtişamlıdır.
Sizce bu inanışta Hıdır ve İlyas’a ne gibi anlam ve görevler yüklenmiştir? Neden?
Burada ilginç bir konu da şudur. Sami dinlerin kutsal metinlerinde İlyas açıktır, Hızır ise sadece İslam kaynaklarında, Kur’an’da Zülkarneyn ile ilişkilendirilir ama hadislerde açıktır. Kur’an’da İlyas daha belirgin olmasına rağmen Hıdırellez kutlamalarında Hızır ve Hızır’ın geleneksel anlamları daha etkilidir. Aslında tüm uygulamaların Hızır’la ilgili olduğunu söylemek yanlış olmaz. Çünkü, Hızır’ın gerçekten var olduğuna inanılır, bu tüm Türklerde vardır, bugün hiçbir Yahudi ya da Hıristiyan’ın uğramasının imkânsız olduğu Türk köylerinde bile Hızır inancı ve Hıdırellez uygulaması veya kalıntısı vardır. Hızır gelenekte gerçekten vardır, ölümsüzdür ya da zamanlar ve mekanlar üstüdür. Hızır uğrar ama gittikten sonra o olduğu anlaşılır. Bu nedenle Hızır inancı aynı zamanda semboliktir. Sadece bereket ya da canlılık sembolü değil, iyilik ve iyi olmanın, iyi bir Müslüman olmanın da sembolüdür. Hızır gibi yetişen aynı zamanda yardım yapma arzusunda olanı tarif ederken Hızır’ın sembolik ifadesidir de. Hayat içinde gelenek kişiyi çocukluktan itibaren bu sembolik anlamlarla kurar, biçimlendirir. O yüzden, bir örnek olsun, çocukluğumda bir ev-aile hakkında bereketsiz tanımlaması yapılır, sebep olarak da kapısına gelen bir isteyeni kovmaları gösterilirdi. Ayrıca o gelenin Hızır olduğunu, ama ona misafirperver davranılmadığını, bereket yoksunluğunun sebebinin de bu olduğunu söylerlerdi. Büyüklerin bu anlatımı ömür boyu etkisini sürdürürken Hızır’ın nasıl görüneceğinin bilinemeyeceğini, isteyene verilmesi ve kapıya gelenin misafir edilmesi gerektiğini hatırlatmıştı sürekli olarak.
Hıdırellez ise Hızır ve İlyas’ın birleştiği ilkbahardan yaza geçiş bayramıdır. Hızır’ın ölümsüzlük, canlılık ve bereket getirme özelliği bitkilerin sütten ergenliğe geçiş, yani kartlaşma ve güçlenme zamanında İlyas’la bir olduğunda gerçekleşir. Bu bitkilerde su ile toprağın (deniz ile karanın) birbirini bütünleyerek asıl özelliğini kazandığı zaman, bundan sonra artık ürününü büyüteceği zaman anlamına gelir. Örnek olarak mayıs yeşilliğini otlayan hayvanlarla ilgili tanımlamalar yapılması verilebilir. Ayrıca buğday başakları ilk şekillendiğinde tanesi yeşil ve içi sütlü olur. Halk dilinde buna süt (buğday) denmesi bir geçişi, tazelikten sertliğe geçişi ifade eder.
İslam’ın ana kaynağı Kur’an ayetlerinde de adı geçen Zulkarneyn’in Hızır olduğuna inanılıyor. Sizin bu yönde herhangi bir araştırmanız oldu mu? Varsa eğer görüşlerinizi paylaşır mısınız?
Evet, bir iki çalışmam oldu. Yahudi ve Hıristiyan ana metinlerinde Hızır’ın yerini tutan açık bir bilgi yoktur. Ama bazı yerli ve yabancı araştırmalarda Yahudi ve Hıristiyan kaynaklarıyla çeşitli ilişkilendirmeler olmuştur. Ancak bunlar iddiadan öte geçemeseler de yeni araştırmaların onları takip etmeleri hem tuhaf hem de acıdır. Oysa Türklerin Hızır inancı ve Hıdırellez’e dair inanç ve uygulamaları bir bütünlük arz etmektedir. Başka bir ifadeyle Kutsal Metinlerdeki veriler böyle bir gelenek oluşturulmasına müsaittir. Bu inanç ve gelenekler kendilerine hastır, etkilenme ve taklit değildir. Ama ilginç olanı Hıristiyan kutsal metinlerinde Hızır’la ilişkilendirilen herhangi bir figür bulunmamasına rağmen her kilisede kendisine göre farklı hikayesi bulunan bir aziz ve buna dair benzer inanç ve uygulamaların bulunmasıdır. Bunlardan Hıdırellez’in Hızır motifiyle ilişkilendirileni Mar Circis, Surp Sarkis, St. Georges veya Aya Yorgi diye isimlendirilmektedir. Uygulaması da kiliselere göre ve Hıdırellez’e göre farklılık taşımaktadır. Ancak benzer uygulamalar yapıldığı görülür. Ben bunları insanın şartları oluştuğu taktirde aynı şeyi üretme kabiliyetine bağlıyorum ve her ikisini de harika görüyorum ve saygı duyuyorum.
Hızır ve İlyas gelenekleri dışında başka hangi din ve inanç grupları ile bu şekilde Halk İnançları arasında benzerlikler yakaladınız?
Temel inançlar noktasında dinlerin ortak özelliklerinden bahsedilebilir. Ancak uygulamaların içinde bulunduğu ayrıntılara gidildiği taktirde farklı dini inanç müntesiplerinin birbirlerinden daha da uzaklaşmaları, özelleşmeleri söz konusudur. İşte böyle bir noktada insanın benzer bir kültürel figür ya da unsuru üretmiş olması ilginç gelmekte bana. Fakat bu şaşkınlık değildir, çünkü insanın farklı zaman ve yerde aynı ve benzer kültürü üretebilecek kodlara sahip olduğunu keşfetmek anlamında ilginçtir.
Röportajımızın sonuna geldiğimizde bu alanda araştırmalar yapmış biri olarak insan ve inançları konusunda, özellikle Halk İnançları boyutunda ilginç bulduğunuz şeyler var mı, varsa bir kaçından bahsedebilir misiniz? Anadolu Din ve İnançları Platformu takipçilerine bu konuyla ilgili tavsiyeleriniz neler olabilir?
Halk İnançları boyutunda insan ve insanın ürettikleri noktasında farklılıklar ve çeşitlilikler oldukça fazladır. Büyük dinler ve inançları söz konusu olduğunda ana kabuller noktasında ikisi çok farklı dünyalarda olan Hint dinlerinden Cayinizm ile Mezopotamya orijinli Maniheizmin benzerlikleri dikkatimi çekmiştir. Maniheizm Ortadoğu orijinli dinlerden ruh göçünü kabul eden tek büyük dindir ve bu fikri teolojisine paralel olarak üretme olasılığı başka kültürlerden etkilenmesinden daha yüksektir. Dolayısıyla bu iki kültürün etkilenme olasılıkları mümkün değildir. Burada insanın üretme kabiliyeti devrededir ve bu bende bir hayranlık uyandırır. İkisinde de ruh göçü vardır, ama asıl nokta varlığın yaratılışına (başlangıca) ruh ve maddenin (Cayinizmde jiva ve pudgala) birleşimini yerleştirmiş olmalarıdır. Bu yaratılış fikri varlık fikrini de şekillendirirken uygulama boyutunda canlıları öldürme, et yeme, evlilik, ekip biçme gibi ortak yasakları doğurmuştur. Ayrıca ruhun bedende mahpus olması ve kurtarılması gerektiği, dolayısıyla ruhgöçünün bu mahpusluğu uzattığı fikri de ortaktır. Cayinizmde nirvanaya ulaşmakla ruhgöçü ve mahpusluktan kurtulmak mümkünken Maniheizmde kurtuluş seçkinler grubuna katılmakla mümkündür ve sadece Maniheistler kurtulabilir.
Başka bir örnek olarak Kabile dinlerinden verebilirim. Dünyada (Asya, Afrika, Güney Amerika) belki binlerce kabile dini vardır. Ama bunların yüzde 98’inde, bazı farklılıklar olsa da, göksel bir Yüce Tanrı fikri vardır.
Yeryüzünde sayısız din ve geleneği bulunan farklı insan grupları vardır ve her insan diğerinden farklıdır. Ama birleştikleri, yani aynı, benzer veya ortak yönleri de vardır. Dolayısıyla her insan bir dünyadır ve her insan ve her inanç anlamaya ve araştırmaya değerdir. Bunun için gerekli en önemli vasıf ve argüman ise saygıdır. Saygı duymak ve saygıya değer olmak hem önemli hem güzel hem de ihtişamlıdır.